Akkoca Köyü Forum'u
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

::hiKaYeLeR::

Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:46:28

Su Ve Çiçeğin Hikayesi

Günün birinde bir çiçekle su karsilasir ve arkadas olurlar, ilk önceleri güzel bir arkadaslik olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzimdir birbirlerini tanimak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sigmaz artik ve anlar ki, su' ya asik olmustur.

Ilk kez asik olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sirf senin hatirin için ey su" diye...
Öyle bir zaman gelir ki, artik su da içinde çiçege karsi birseyler hissetmeye baslamistir. Zanneder ki, çiçege asiktir ama su da ilk defa asik oluyordur.

Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düsünmeye baslar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, aliskin degildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabirlidir. Bekler, bekler, bekler...

Artik öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." Der ve gün gelir çiçek yataklara düser. Hastalanmistir çiçek artik. Rengi solmus, çehresi sararmistir çiçegin. Yataklardadir artik çiçek. Su da basinda bekler çiçegin, yardimci olmak için sevdigine...

Bellidir ki artik çiçek ölecektir ve son kez zorlukla basini döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karsisinda ve son çare olarak bir doktor çagirir nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçegi. Sonra söyle der doktor: "Hastanin durumu ümitsiz artik elimizden birsey gelmez."

Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalik nedir diye ve sorar doktora. Doktor, söyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçegin bir hastaligi yok dostum...Bu çiçek sadece susuz kalmis, ölümü onun için" der.

Ve anlamistir artik su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:47:06

ateş bir gün suyu görmüş,
yüce dağların ardında.
sevdalanmış onun deli dağlarına.
hırçın hırçın kayalara vuruşuna.
yüreğindeki duruluğa....
demişki suya;
gel sevdalım ol.
hayatıma anlam veren mucizem ol.
su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa.
al demiş;
yüreğim sana armağan.
sarılmış ateşle su birbirlerine,sıkıca.kopmamacasına.
zamanla su buhar olmaya,ateş ,kül olmaya başlamış.ya kendisi yok olacakmış,
yada aşkı...
baştan alınlarına yazılmış olan kaderide;
yüreğindeki kederide alıp gitmiş.
uzak diyarlara.
ateş kızmış,ateş yakmış ormanları...
aramış suyu diyarlar boyu;
günler boyu,geceler boyu...
bir gün gelmiş suya varmışyolu
bakmış o duru gözlerine suyun.
biraz kırgın,biraz hırçın
ve o an anlamış.
AŞKIN BAZEN GİTMEK OLDUĞUNU.
ama gitmenin yitirmek olmadığını.
ateş durmuş,susmuş,sönmüş aşkıyla.
işte o zamandan beriki
ateş,sudan;suda,ateşten kaçar olmuş.
ateşin yüreğini sadece su;
suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş....
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:47:46

Niye BEN Diyen Herkes İçin

Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı.
Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katildi.
Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı
karsılarına.
Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini takti, İpi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı.
Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu..
Orada asili dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek İpi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda'nin gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.

Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı.
Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca..
Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı.
"Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün.
Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardim et."

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mi?" diye bağırdı.

Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

"Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım..."

"BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM" demeyin...
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:48:04

Çok eski zamanların birinde, Küçük bir köyde Adrin diye dillere destan güzelliği olan bir kız yaşarmış.
Adrin o kadar güzelmiş ki bütün köyün erkekleri ona aşıkmış. Birde çoban yaşarmış bu köyde tabi diğerleri gibi bu da Adrine aşıkmış.Ve bir gün bizim çoban dayanamayıp Adrine aşkını anlatıp evlenmek istemiş. Adrin ise " beni kimler istemiyoki ben kala kala sanamı kaldım deyip"bizim çobanı yanından kovmuş.
Bizim çoban aşkına dayanamıyıp köyü terk etmiş.25 yıl sonra köyüne tekrar gelmiş ve gelir gelmez ilk karşılaştığı köylüye Adrini sormuş.Köylüde köyün dışındaki en yüksek tepede oturuyo demiş.Bizim çoban da Adrini ziyaret etmiş.Adrinin yüzündeki kırışıklara, saçındaki beyazlara rağmen hala çok güzelmiş.Bizim çoban Adrine kendini tanıtmış Adrinde onu tanımış.Adrine kiminle evlendi diye sorunca, O sırada bahçede çiçekleri sulayan kambur tek gözü kör yaşlı bir adamı göstermiş Adrin." işte benim kocam demiş"Bizim çoban gözlerine inanamamış.Nasıl olur senin gibi biri nasıl böyle biriyle evlenir demiş.Adrin onu alıp uzun bir Gül Bahçesine götürmüş.Çoban'a " BAHÇEYE GİR DÜMDÜZ YÜRÜ FAKAT HİÇ GERİ DÖNME GÖRDÜĞÜN EN GÜZEL GÜL'Ü KOPAR BANA GETİR "demiş.Çoban bahçeye girmiş yürümeye başlamış Güllerin güzelliğe öyle bir dalmış ki bir bakmış yolun sonuna gelmiş.Fakat dışarı çıkarken bir gül koparması gerekiyormuş.O da bahçenin sonunda solmuş,yaprakları dökülmüş çok çirkin bir gül koparmak zorunda kalmış.Bahçeden elinde o çirkin Gülle çıktığında Adrinin ne anlatmak isteğini anlamış.
Geç olmadan elimizdeki güzelliklerin kıymetini bilelim değil mi? Ne dersiniz ?
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:49:44

...zira âşık, mâşukunun yolunda olur...
Yavuz Sultan Selim Han, Mısırı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi
eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir
çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye
vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar
çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim
Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık
olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı
Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale
gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin
aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir
yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın
kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma
cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir.
Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta
sadece üç kelime yazılıdır:

;Derdi olan neylesin

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan
Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren
cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

;Derdi neyse söylesin.

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra
Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı
bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı
bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip
dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

;Korkuyorsa neylesin?

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

Hiç korkmasın söylesin

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam
halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği
halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam
çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce
hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han Buyurunuz, sizi
dinliyorum deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen
ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur.
Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken,
titrek ve mahcup bir sesle: Efendim der. Cariyeniz; Size; ve cümlesini
tamamlayamadan yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu
tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere
şöyle der:

&;Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o
yolda ölür.&
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:50:31

Yeniyıl Hediyesi..

Tam bir dolar seksen yedi senti vardı. O kadar ne bir eksik, ne bir fazla.

Della, paraları üç defa saydı. Bir dolar seksen yedi sent, o kadar. Halbuki ertesi gün yeni yıla adım atılacaktı. Della'nın evi, haftada sekiz dolara tutulmuş mobilyalı bir apartman. Tasvire değer bir hali yok. Tam bir fakirhane.
Gözyaşları dindikten sonra Della eline bir ponpon alarak yüzünü pudraladı pencerede durarak apartmanın o kasvetli arka avlusundaki parmaklıklar üzerinde yürüyen bulut renkli kediyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Yılbaşıydı ve kocası, sevgilisi Jim'e hediye alabileceği sadece bir dolar seksenyedi senti vardı. Bu parayı da aylardır yavaş yavaş biriktirmişti . Halbuki şimdi hiçbirişe yaramadıklarını görebiliyordu. Sevgili Jim'ine güzel bir şey almak hususunda hülyalar kurarak birçok mesut anlar yaşamıştı.

Pencereden uzaklaşarak kendini aynanın karşısına attı. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu, ama yirmi saniye içerisinde rengi uçuvermişti. Saçlarını çözerek omuzlarının üzerine döktü. İftar ettikleri iki şeyleri vardı. Biri Jim'in büyükbabasından kalan altın saat, diğeri de Della'nın omuzları üzerine dökülen saçları.

Della'nın saçları altın renkli bir çağlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar döküldü ve elbise gibi vücudunu örttü. Bir aralık bir an durdu. Tereddüt eder gibi oldu. Yerdeki kırmızı tüyleri dökük halıya iki damla gözyaşı aktı. Della, gözlerinin yaşı kurumadan kapıdan fırladı.

"MM. Sofronie. Her nevi saç levazımı " ibaresi taşıyanbir tabelanın önünde durdu. Bir hamlede içeri girdi. "Saçlarımı satın alır mısınız ? " diye sordu. Madam, saçları pişkin bir alıcı eliyle yokladıktan sonra " 20 dolar " dedi. Della, "Peki,derhal" cevabını verdi. Ondan sonraki iki saati pembe bir bulut üzerinde uçar gibi sevinçle nasıl geçirdiğini bilmiyordu. Jim için almak istediği hediyeyi bulmak için dükkanların altını üstünü getirdi. Nihayet bulabildi. Altın saat zinciri. Zincir, Jim'in o emsalsiz saatine layık derecede güzeldi. Eve gitti, saçlarına baktı. Jim'in bu hayalini beğenmesi için dua etti.

Az sonra Jim kapıyı açıp içeri girdi. Gözlerini sevgilisine dikmiş sadece bakıyordu. Sonra, hediyesini uzattı. Della paketi açtığında, ipek gibi saçları için uzun zamandır beğenip alamadığı bir çift tarak gördü. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Kendisini toparladı, tatlı bir tebessümle Jim'e hediyesini uzattı. Jim, paketi açtığında saat zincirini gördü. Ama artık saati yoktu. Çünkü, Della'nın güzelim saçlarına çok beğendiği tarakları alabilmak için o da saatini satmıştı.

Üzülmediler... çünkü önemli olan tek şey vardı sevgileri.. O da ne satılır nede satın alınabilirdi.....
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 13:50:52

bir kız ve bir delikanlı,bir motosiklet üzerinde
180 km.hızla
gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor
kız 'lütfen yavaşla ben korkuyorum'
delikanlı 'hayır bak ne kadar eğlenceli'
kız 'lütfen çok korkuyorum'
delikanlı 'peki beni sevdiğini söyle'
kız 'seni çok seviyorum lütfen yavaşla'
delikanlı 'şimdide bana sıkıca sarıl'
+kız delikanlıya sıkıca sarıllır
delikanlı 'şapkamı alıp kendine takarmısın
başımı çok sıktı.'
ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı
motosiklet kazası.
motosiklet,fren arızası nedenıyle bir binaya çarptı.üzerinde 2 kişiden sadece biri kurtuldu.
gerçek ise şöyleydi.yolun yarısında delikanlı
frenin bozuldığunu
anlamış ama bunu kıza belli etmek istememişti.
bunun yerine,kızdan kendisini sevdigini
söylemesini istemiş ve
kendisine son defa sarılmasını istemişti.
sonrada kendisinin ölümü
pahasına kızın başlığı takmasını ve hayatta
kalmasını sağlamıştı...
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 18:43:04

Kulak kaşıntısı

O İstanbul'da yaşıyor ama ben onu Dubai'de tanıdım. Güzel bir öğleden sonraydı. Bana eve geldi. O, ben ve Alya, yerlerde Alya'nın
oyuncaklarıyla oynadık.Arada Alya izin verdi, lafladık. Gemiyle Büyük Britanya'dan Amerika'ya gitmekte olan anneannesinin, okyanusun
ortasında erken doğum yaptığını,"Okyanus" diye bir isim olmadığı için, dünya tatlısı kızına "Deniz" ismini koyduğunu anlattı. İlginç hikayeleri
vardı. Ve çok ilginç bir kalemi. Küstah Dergisi'ndeki köşesinin adı Denizkızı. O gerçekten de "Deniz'in kızı." "Kipat" isimli basılmış bir
kitabı ve pek çok yazısı var. Ben, farklı üslubunu beğendim. Evren Yiğit'le siz de tanışın istedim. Sizi, onun çok sevdiğim bir yazısıyla baş
başa bırakıyorum...

Kulağımın içi kaşınıyor. Felaket. Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor. Kaşımak da bir zor ki kulağın içini.Bir türlü geçmiyor.
Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor.Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız
iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N'oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri,
kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."
Gidiyorum doktora.Gözlüklü, şirin bir amca.Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.Şaşırıyorum önce.
"İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"
"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek içinbakıyorum."
"Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum."Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor.Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor.
"Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana. Biraz irkiliyorum.
"Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan.
"Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.Yalana bakıyorum.Küçücük bir şey gibi gözüküyor.
"Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş? Hangi yalan peki?" diyorum.
"Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım. Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım.
Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hálá anlamıyor...
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Salı 17 Mart - 18:44:10

EVLİLİK VE AŞK
>
>Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu,
>saçları taralı, dişleri fırçalanmış adamı / kadını
>sevmek kolaydır.
>Aslında aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan
>uyandırdığındaki en sinirli hali ile de kabul
>edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla
>kullanabilmek, diz yapmış pijamalarla kanapede
>yastıklara sarılıp sızmışken bile şevkatle
>okşayabilmektir.
>Buna katlanamayanlar zaten aşık değillerdir.
>Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan
>duygularını öldürüyor diyebiliriz.
>Zira aşıksan, aynı havayı solumak bile zevk verir.hep beraber olmak
>istersin. banyodan gelen su sesi bile onun evde olduğunun işaretidir ve
>huzur verir.
>Ütülediğin gömleğin ona ne kadar çok
>
>yakışacağını
düşünürsün.
>Pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini hayal edersin.
>Bin tane ayakkabısı varken binbirinciye sahip
>olmaktan mutlu olacak diye, istediğin gömleği satın almaktan vazgeçersin.
>Zamanla almaktan çok, birşeyler vermekten mutluluk duyduğunu keşfedersin.
>Eğer kadın evlilikte ikinize yemek pişirecek, dolabı düzenleyip ütüyü
>yapacak bir anne olacak görülüyorsa,o kadının saçlarının hiç yağlanmadığı
>ve adamın geceleri terlemediği düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve
>lavabo tamir edilirken dahi gülüşüp
>öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir evlilik değil, bir amerikan
>filmini yaşamaktır.
>Bu hayallerle yola çıkıldığında, damat ilk gece
>gelinin saçlarından onbin firkete sökmeye
>çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp
>-"s.... .m böyle kuaförü" diye söylendiğinde zaten
evlilik sandıkları şey
>çatırdamaya başlayacaktır.
>Evlilik; sadece aşk değildir.
>Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak
>hesaba sahip mudilik, ayrı kökenlerin birleşmesi,başı hatırlanmayan bir
>akrabalık ilişkisidir.
>Aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta tutamaz.
>Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış
>akşamları evde konyak içip geyik yapamayabilirsiniz.
>Hala canınız sıkıldığında onu değil de annenizi
>arıyorsanız, yalan olmuştur o evlilik.
>Aşk evlilikte gider gelir. halıya kola döktüğünde aşk biter, ama o, halıyı
>temizleyebilirse gene aşık olunur.
>O aradaki sinir evresini aşabilenler ellinci yıla
>kadeh kaldıranlardır.
>Tahammül edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan
>olduğuna inanacaklardır.
>Zafer,
direnenlerin olur.
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

::hiKaYeLeR:: Empty Geri: ::hiKaYeLeR::

Mesaj tarafından özlem Cuma 20 Mart - 20:11:43

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeş ler akla




gelir. Bu bereketin adı: halil ibrahim



bereketidir.



KAİNATIN SABHİBİNİN EVİNİZE VE HAYATINIZA HALİL İBRAHİM BEREKETİ GETİRMESİNİ DİLERİM.
özlem
özlem

Mesaj Sayısı : 490
Kayıt tarihi : 17/02/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz